Geçen gün çocukluğumdan beri biriktirdiğim ve annemlerin evinde depoladığım Amiga Dünyası, C64, Level, Oyungezer, Rock Kazanı ve Blue Jean dergilerimi annemlerin taşınacağı yeni evde yer olmadığından atmak zorunda kaldım. Ama sonra onlara kıyamadığımdan Facebook’tan isteyene verebileceğime dair bir duyuruda bulundum. Rock Kazanı ve Blue Jean dergilerim muhtemelen kağıtçının yolunu tuttu ama diğer dergilerim sevgili dostum Sinan Akkol’un arşivinde yerini alacak. Tüm bu atma-dağıtma arasında özellikle benim yayıncılık hayatıma başlamama sebep olan dergilerimi ayırırken sanki canımdan can koptuğunu hissettim.
Sizin evinizde de bir “at gitsin” canavarı vardır. Anneniz, sevgiliniz, eşiniz yada başka birisi sizin bu geçmişe bağlılığınıza bir türlü anlam veremez. Evi çöp yığınına çevirdiğinizi düşünür. Ne olur onları atmayın.
Ama o eşyaların bir ruhu vardır.
Amiga Dünyası dergisini açtığımda daha ilk sayfada benim Frontier: Elite incelemesi karşıladı. Sonraki sayfalarda Patrician’ı gördüm. Derginin kapak tasarımında kullanılan görsel bile benim için çok şey ifade ediyordu. Dergiyi eline alan ben değildim 15 yaşımdaki halimdi. O dönem dergiyi okurken hissettiğim heyecan kalbimde uyanıvermişti.
Çok geriye gitmeye gerek yok. Bugün evimizde duran figürler, mesela World of Warcraft’ın shaman figürü, Duke Nuke’m oyunun baş karakteri Duke’un figürü, Spawn’ın çalışma masamın hemen üzerinden bana bakan kanatları. Hatta Hobbit filminin replicaları olarak satılan Frodo’nun Sting’i. Bunlara sahip olmak için verilen paralar hiçbirimizin umurunda değil. Çünkü biz o figürlere baktığımızda aslında 1 saniye içerisinde gözümüzün önünde 10 tane sahne görüyoruz. Mesela WoW’un shaman’ı aslında bana oyuna ilk başladığımda açtığım Tauren shaman’ımı, onunla yaptığım PvP’leri, raid’leri, içerisinde 6 guild çıkartan guildimi, o guildden edindiğim ve daha geçen hafta yemek yediğim arkadaşlarımı çağırıştırıyor. Sting’e baktığımda aklıma şarkıcı Sting’in takma ismini nereden aldığı geliyor, Spawn bana filmdeki motorsikleti hatırlatıyor. Eski dergiler benim çocukluğum, 64’ler dergisindeki ilk yazım ve Abdurrahman Pala’nın elinden ilk aldığım parayı hatırlatıyor. Hemen gidip karpuz alıp eve getirmiştim çünkü babam bana küçükken ilk kazandığı parayla eve karpuz alıp getirdiğini söylemişti. O karpuz alınmalıydı.
Yukarıda yazmadım ama dergileri çıkartırken arada 5 çeyreklik C64 disketlerimi buldum. Disketlerin içerisinde Pool of Radiance, Secret of the Silver Blades ve King’s Bounty oyunları vardı. Haliyle kulağımda C64’ün disket okuyucusunun çıkarttığı o cızırtılı ses geldi. Pool of Radiance’ı o kadar çok oynamıştım ki yazlığa giderken yolda gördüğüm maki ağaçlarını oyundaki ağaçlara benzetiyordum.
Evet ben ve benim gibi adamlar atmayı değil biriktirmeyi seviyoruz. Çünkü o eşyalar bizim için eski eşyalar değil. Her biri içerisinde bir anı, bir ruh saklıyor.
O yüzden 150 adet kasetim ve 256 adet oyuncak askerim, Kuzey Kalemle beraber evde bir yerlerde gizli hayatlarına devam etmekte.