Merhaba sevgili okur. Birazdan okuyacaklarınız iki farklı yazarın eseridir ve Annabelle isimli korku filmi hakkında birkaç detay vermektedir. Korkmayın, spoiler vermeyi biz de sevmeyiz. Şimdi sakin olun, arkanıza yaslanın ve korkmanın tadını çıkartın.
Geçtiğimiz günlerde Warner Bros. Türkiye‘nin ön gösterimini düzenlediği Annabelle filmi bizi Korku Seansı‘nın öncesine götürüyor.
Korkmayı seven insanların ihtiyacı olan içeriği biliriz. Bahsettiğim durum izleyiciyi hoplatan cinsten değil. Korkunun en güzel hali psikolojik olarak düşündüren ve sonunda neler olacağını bilemediğimiz yapımlardır. 80’li yılların korku filmlerinin birçoğu bu hissiyatı yaşatmıştır ve genelde korku severlerin arşivlerinde kendilerine yer edinmişlerdir. Günümüzün korku filmleri ise kaliteli korku öğesinden çok uzak ve Annabelle umudumuzu kaybetmemeiz için elinden geleni yapmış.
Küçüklüğümden beri insana benzeyen tüm oyuncaklardan nefret ettim. Hepsi o Chucky denilen zibidi yüzünden. Zamanının Barbie ve Lahana bebeklerinden de hiç hoşlanmazdım.
The Conjuring’i izleyenler, Annabelle’in ne menem, ne uğursuz bir bebek olduğunu bilirler. Bilmeyenler için özetlemek gerekirse eğer hali hazırda paranormal hiç bir özelliği olmadan da zaten ürkünç olan bir porselen bebeğin, bir de içine şeytani bir ruh girdiğinde ne kadar daha korkunç olabildiğini göstermeyi amaçlayan bir film kendisi. O da yetmezmiş gibi bu olayın gerçek bir hikayeye dayandığını da belirteyim. Ya da en azından öyle olduğunu savunuyorlar. Yani sözün özü Annabelle adındaki bebek sahiden de sıkıntılı bir oyuncak. Hikaye olarak The Conjuring’in öncesini konu alan film, oldukça sade başlamasına rağmen kendini gayet güzel taşıyor.