Bu yazıyı uzun zamandır aklımda kurguluyorum. Daha doğrusu düşündükçe kendi kendine gelen cümleler bunlar. Bugün artık şuraya yazmak istedim.
Bu tamamen şahsi bir yazı. Bizim gibi adamlar için kendi kendime yaptığım bir tahlil sadece.
Türkiye’de oyunla ilgili yayınlar çıktığında bunu yürüten çok az insan vardı. Sonrasında kariyer olarak devam ettiren daha da az insan kaldı. Commodore ve 64’ler dergileri öncülerdi ama oradaki tüm ekip sonradan bu işi kariyer olarak yürütmedi. O yüzden geriye şu isimler kaldı: Serpil Ulutürk, Berker Güngör, Tuğbek Ölek, Sinan Akkol, Fırat Akyıldız, Murat Oktay.
Ülkemizdeki oyun yayımcılığı tarihine göre arkaik sayılan bu ekibe sonradan eklenen değerli arkadaşlarımız oldu ama öncüler bu isimlerdi.
Hepsinin tek tek hangi yollardan geçtiğini ve neler çektiğini tek tek biliyorum. Çünkü Murat hariç hepsiyle çalıştım.
Yazılı basın olarak harika günler geçirdik. Hepimiz oyun oynayıp, yazıp para kazanıyorduk. Üstelik aynı ofisin içerisindeydik. Deli gibi bir muhabbet dönüyordu ve bu muhabbet dergiye yansıyordu. Zaten derginin başarısı da bundan geliyordu. Eğlenceliydik. Her sabah ofise geldiğimizden masamızın üzerinden 1 parmak toz siliyorduk. Ofis erkek ağırlıklı olduğundan çok temiz değildi. Sabah ofise girdiğinizde ofiste uyuyanların vücut kokularını alırdınız. Millet birbirini uyandırırdı. Beraber kahvaltı yapardık.
Sabahlara kadar grafiker arkadaşlarımızla beraber çalışıyor (Didem, Oğuz, Erdem, Gökhan) ve feci sağlıksız besleniyorduk. Bekardık, ruhumuz deliydi, ÇOK EĞLENİYORDUK ve mutluyduk! Aldığımız üç kuruş maaş bize yetiyordu zaten. Oyunlar bedava geliyordu yada indiriyorduk. Yabancı dergileri takip ediyor ve adamların yazı ve tasarım kalitesine imreniyorduk.
O sıralar işi direkt olarak öğretecek kimsemiz yoktu ama abilerimizden matbacılığı ve kaliteli içerik üretmeyi öğreniyor hatta kendi kendimiz eğitiyorduk. Birbirimizin hatalarını düzeltiyorduk. Yılda bir iki kez yurt dışından gelen yöneticilerden kısa ama çok öğretici tasarım dersleri alıyorduk. Onların üstüne kendimizde çalışıp daha iyi bir dergi yapmak için çabalıyorduk.
Arasıra okuyucular dergiye gelirdi. Yada mektuplar alırdık. Foruma takılır iki laf ederdik. Okuyucuyla tüm iletişimimiz de buydu zaten. Ha bir de sokakta rastlaştığımız olurdu.
Sonra işler değişti
Yazılı basının altın günlerini yaşadığı zamanlardan sonra Internet yayıncılığı yükselişe geçti ve zaman değişti. Bu arada bizler de yaşlandık ve kendi işlerimizi kurduk. Evlendik, çocuklandık 🙂 İşler değişti.
Herkes bir blog açıp yayıncı olmaya başladı. Para Internet sitesinden kazanılıyordu. Daha geniş kitlelere ulaşmak başarının ölçüsü oldu. Biz ise artık daha çok para kazanmak zorundaydık. Çünkü ilerleyen yaşımızla beraber sorumluluklarımız artmıştı yada artık çalışanlarımız olduğundan onların maaşlarını çıkartmak zorundaydık.
İşte bu hayatta kalma mücadelesindeyken arada doğan nesli biz kaçırdık.
1 2