Koca bir seri The Ringed City ek paketi ile son buluyor. Fakat bir önceki DLC’den daha mı iyi yoksa yine bir hayal kırıklığı mı?
Öyle ya da böyle bugünün geleceğini hepimiz biliyorduk. En azından şimdilik görünen o ki Dark Souls The Ringed City ek paketi ile son buluyor. Sanıyorum ki herkesin hem fikir olduğu nokta, bir önceki ek paket olan Ashes of Ariandel‘in hikayeden kopuk ve sığ bir içeriğe sahip olmasıydı. Ancak The Ringed City bittikten sonra şöyle bir dönüp bakınca Dark Souls içerisindeki en önemli bölgelerden biri olan hatta belki de en önemlisi olan bölge olması dolayısı ile attığım her adımda oyunun sonuna, tüm sorunların başladığı yere doğru ilerlediğimi hissettirdi. The Ringed City… İnsanlığın Karanlık Ruhu… Drangelic, Lordran, Lothric, hepsinin başına gelenlerin sorumlusu işte tam olarak burası.
Dark Souls 3’ü DS 2 ve onun DLC’lerine göre daha kolay gören bir çok oyuncu için DS 3’e yeni gelen ve son DLC’si olan The Ringed City oldukça doyurucu olmuş. Çünkü zor, gerçekten zor. Kısacası The Ringed City DLC’si göz yaşlarınızı çay fincanında içiyor ve gözümüzün içine bakarak bize sadece “git gud” diyor.
Gerçekten “git gud” diyor, çünkü bu sefer oldukça kalabalık düşman grupları ile karşılaşıyoruz. Hatta son DLC’nin güzelliklerinden bir tanesi de yeni tip düşmanlar ve onları öldürebilmek için bulmamız gereken yeni taktikler. Birazdan size Angel’dan bahsedeceğim, kendisi size ardı arkası kesilmeyen uzun mesafeli saldırılar yaparken bir yandan da diğer düşmanlar ile mücadele etmeye çalışmak soğuk terler döktürüyor.
Son DLC ile gelen ve benim en çok hoşuma giden düşman tipleri ise direkt olarak saldırarak yok edemediğimiz onları kontrol eden ya da onların bağlı olduğu asıl varlığı bulup yok etmemiz gerekmesi oldu. Daha önceki Dark Souls oyunlarında böyle bir tip düşman hatırlamıyorum. Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim hemen bir örnek veriyorum. Mesela hayalet okçular, onları döve döve yok edemiyoruz, Judicator adı verilen, onları kontrol eden varlığa ulaşmalı ve onu yok etmeliyiz ki hayaletlerden kurtulalım. Hadi bu tamam, peki ya Angel’a ne demeli? Biraz önce söylemiştim soğuk terler döktürüyor diye. Angel’ı öldürüyoruz ancak tekrar diriliyor, tekrar diriliyor, tekrar diriliyor, ta ki gidip onun bağlı olduğu pilgrim’i öldürene dek. Tabii ki bu ikisi ile bitmiyor yeni düşmanlar, daha bunun Harald Legion Knight’ı Ringed Knight’ı derken bir kaç tane daha yeni düşman sizleri bekliyor. Ancak tabii ki bu varlıkları nasıl yok edeceğinizi size burada anlatmayacağım. Git Gud! 😀
Sanırım hepimizin en çok seveceği kısım eski oyunlara göndermeler içeriyor olması, mesela Dark Souls 1’de yer alan Firelink Shrine ile aynı yerde olduğumuzu görüyoruz. Ancak bu burada bitmiyor ikinci oyunda boş geçilmemiş çünkü Earthen Peak Ruins’e uğruyoruz. Hazır ortamlardan laf açılmışken The Ringed City’nin ortamları tam bir görsel şölen hatta şöyle diyeyim Soul of Cinder ile kapıştığımız (DS3’ün son boss’u) mekanı hatırlarsınız binalar falan hep ters düz, perspektif dışı bir tasarıma sahipti. Burada da benzer şekilde bir tasarım uygulanmış bir binadan atlayıp bir başka binanın yan penceresinden içeriye düşmek gibi.
Church of Filianore‘dan bahsetmezsek zaten oyunun ne kadar sağlam bir çevre tasarımına sahip olduğundan tam olarak bahsetmemiş sayılırım. Kilisenin o ihtişamlı görüntüsü, görmeniz lazım. Öyle video ya da ekran görüntüsü ile olacak iş değil sevgili okur, o kırmızı çiçeklerin olduğu yolda bir yürümen lazım. Filianore, burada bir kaç şey yazmak isterdim ancak Filianore ile ilgili hikayeyi kendiniz deneyimleyin bakalım, ancak hüzünlenmedim desem yalan olur.
Tamam bu kadar çevredir görsel şölendir yeter. Siz Boss’ları merak ediyorsunuz değil mi? Boss savaşları yine oldukça zevkli özellikle eski oyunlardaki bir iki boss’a oldukça benzer mekanikler görünce bir damla göz yaşı dökebilirsiniz. Ancak sevinçten mi yoksa sinirden mi orasını bilemeyeceğim 🙂
Slave Knight Gael ise son boss. İyi eğlenceler. 🙂 Ha bir de Midir var Ejderha, kendisini ziyaret etmeyi unutmayın, ancak bulmakta güçlük çekebilirsiniz. Oldukça keyifli dakikalar yaşattığını da dile getirmezsem olmaz.
Peki hiç mi eksisi yok derseniz, ilk pakete göre kısa tabii ki ancak dediğim gibi ilk DLC’ye göre de daha uzun bir oynanışa sahip. Bir de seri son buluyor 🙁
Oyunu bitirmek, Gael ile bir an önce yüzleşmek için acele etmeyin, tadını çıkartın, gördüğünüz, gidebileceğinizi düşündüğünüz her yere gidin, her NPC ile konuşun, bulabildiğiniz her eşyanın hikayesini şöyle bir okuyun. “Buradan atla” yazan yerlerden atlayın kim bilir bazıları sizi gizli yerlere götürebilir. (Siz yine emin olmak için internetten bir kontrol yapın isterseniz 😀 ) Hatta öyle bir görüntü ile karşılaşacaksınız ki, duraklamayın siz de yapın. Tam olarak ne olduğunu yazmayacağım görünce anlayacaksınız 🙂
Tabii bütün bunların yanında bizleri bekleyen yeni eşyalar, zırhlar, silahlar da cabası. Dark Souls 3’ün son ek paketi ve hatta serinin de sonu olarak belirlenmiş olan (Miyazaki bu sağı solu belli olmaz) The Ringed City bana kalırsa verilen parayı sonuna kadar hak ediyor.