Peki ya The Evil Within korkutuyor mu?
The Evil Within, tam olarak korku değil, sürekli oyuncuyu gerilim halinde tutan bir oyun olmuş. Hatta çevresel etkileşim Resident Evil 4 ile neredeyse aynı. Renk tonları ve kaplamalar buram buram RE4 kokuyor. Dedektifimizin yaşadıklarını da göz önüne alırsak, biraz da Silent Hill’den etkilenme durumu var. Kimi zaman boyut değiştiren sevgili Sebastian, bizleri Silent Hill’deki kalıntılara benzeyen bazı odalara götürüyor. Hatta Sebastian’ın yaratıklardan kaçışı ve onlardan saklanmaya çalışması bile RE4’teki Leon’u andırıyor. Bu bir artı mı yoksa eksi mi, orasına siz karar verin. Kişisel olarak çok da rahatsız olmadım. Aksine anılarım canlandı ve RE4’ün ne kadar başarılı bir oyun olduğunu tekrar anımsadım.
Bunların dışında rakiplerimiz, yani bizi ölesiye parçalamak isteyen yaratıklar, oyunun en korkutucu noktalarından biri. Çok dikkatliler ve genelde grup halinde dolaşıyorlar. Ayrıca The Evil Within’de kurşunlar çok önemli. Ancak onlardan daha önemli olan bir diğer şey ise kibritler. Öldürdüğümüz her yaratığı yakmamız gerekiyor. Aksi takdirde birkaç dakika içerisinde canlanıp, boynumuzu kemirmeye yelteniyor yine haylazlar.
Rahatsız edici müzikler ve sürekli bir yerlerden duyulan hırlama sesleri, The Evil Within’i daha da ilginçleştiriyor. Şöyle ki, bölümlerden birinde terkedilmiş bir köyden canlı çıkmaya çalışıyoruz. Etrafımız, içi tuzaklarla dolu evlerle çevrilmiş ve tabii ki elinde balta vb silahlarla süslü olan yaratıklarımız da mevcut. Mini mini adımlarla en kuytu köşelerden saklanarak gitmeye çalışıyoruz. Ateş edersek, yaratıklar sese tepki veriyorlar ve daha fazlası tepemize doluşuyor. Evlerden saklanarak gitmeye çalışırken, yatak altına saklanabiliyor ve bir süre bekledikten sonra pencerelerden sıvışabiliyoruz. Olur da yaratıklar, yatağın altında olduğumuzu fark ederse vay halimize. Bu sırada arka planda sürekli gerilim dolu müzikler, zincir ve hırlama sesleri duyuyoruz. Bir yandan yaratıkların bizi görmemesi için donumuzu sıkı sıkı tutarken, bir yandan da olabildiğince az ses çıkararak mekandan ayrılmamız gerekiyor. Yani The Evil Within, mis gibi gerilim. Tıpkı The Last of Us’taki kadar kırılganız ancak kesinlikle korkak değiliz. Zira sevgili dedektifimiz sanki yıllardır insan dışı yaratıklarla kapışıyormuş gibi davranıyor. İşin belki de en rahatsız edici kısmı bu.
The Evil Within, hayatta kalma oyunlarındaki zorluğu başarılı bir şekilde oyuncuya sunuyor. Cephanemizin azlığı, arka planda sürekli bizi rahatsız eden tuhaf sesler, karanlık bir ortam, çatışmalarda yansıtılan panik havası, nasıl bir şeyle karşılaşacağımızı bilememek ve en önemlisi ölme korkusu. The Evil Within bu unsurları çok başarılı şekillendirmiş. Bütün bunların yanında bilinmezlikle gelen ilginç bir hikaye var elimizde. Ayrıca jumpscare olayının The Evil Within’de azınlıkta olması “bence” önemli bir artı. Zira oyunun amacı, insanı soru işaretleriyle baş başa bırakan bir kurguyu yaşatmak ve Shinji Mikami bu konuda tam puanı almayı hak ediyor.