Korku dediğin, zıplatmaz arkadaş. Düşündürür, ağlatır, yorar.
Korkmak güzel şeydir sevgili okur. Heyecanı iliklerinize kadar hissedersiniz; en önemlisi de yaşadığınızı anlarsınız.
Yıllardır bir Silent Hill bekledik veya Fable’daki kadar bizi etkileyen içerikler aradık. Karanlık koridorlarda ilerlerken yüzümüze atılan Dead Space yaratıklarını özledik. Fatal Frame kadar saçma ancak insanı derinden etkileyen kurgular aradık. Gerilimli havayı solumak ve aradığımız heyecanı tekrar bulmak için yapmadığımız kalmadı. “Korku ve hayatta kalma” adı altına sığınan birçok oyunu denedik. Belki yazacaklarım bazılarınız için iddialı olacak ancak bugüne kadar çıkan hiçbir korku oyunu Silent Hill kadar psikolojik olarak insanı zorlayan cinsten olmadı. Kabul, gerçekten başarılı başka korku oyunları da vardı. Outlast olsun, Alien: Isolation olsun (yapay zeka konusunda ön sırada), birçoğumuzun arşivinde yer alan oyunlar. Ancak kabul edelim her seferinde “bi Silent Hill” değil lafını çoğumuz kullandık.
Korku adı altındaki yapımlarda en nefret ettiğim olay, ani çıkış yapan değişimlerdir. Karanlık bir odada yürürsünüz ve aniden önüne ağzı yüzü kaymış bir yaratık çıkar. Arkadaş, kim olsa ondan korkar. Siz kulaklığınızı takmış, son ses müzik dinlerken, adamın biri aniden ensenize iki tane patlatsa, yine zıplarsınız. Tamam, dövmek de istersiniz ama ana fikri anladınız. İşte bu yüzden korku yapımını hayata geçirmek kolay. Ancak yıllarca insanların bahsedeceği bir korku yapımı bulmak, çok zor.